Cenap Şahabettin’in Elhan-ı şita Şiirinin Tahlili
Elhan-ı Şita
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
(Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,)
Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar
(Eşini kaybeden bir kuş gibi kar)
Gibi kar
(Gibi kar)
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar…
(Geçen ilkbahar günlerini arar)
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu,
(Ey kalplerin divane şarkısı)
Ey kebûterlerin neşideleri,
(Ey güvercinlerin şiirleri)
O baharın bu işte ferdâsı
(O baharın bu işte yarını)
Kapladı bir derin sükûta yeri
(Kapladı bir derin sessizliğe yeri)
Karlar
(Karlar)
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.
(Ki sessizce arasıra ağlar)
Ey uçarken düşüp ölen kelebek
(Ey uçarken düşüp ölen kelebek)
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
(Bir melek kanadının beyaz püskülü)
Gibi kar
(Gibi kar)
Seni solgun hadîkalarda arar.
(Seni solgun bahçelerde arar.)
Sen açarken çiçekler üstünde
(Sen açarken çiçekler üstünde)
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
(Ufacık bir çiçekli yelpâze,)
Nâ’şun üstünde şimdi ey mürde
(Cansız bedenin üstünde şimdi ey ölü)
Başladı parça parça pervâze
(Başladı parça parça altın kırıntıları)
Karlar
(Karlar)
Ki semâdan düşer düşer ağlar!
(Ki gökyüzünden düşer düşer ağlar!)
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
(Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
(Küçücük, beyaz başlı baykuşlar)
Gibi kar
(Gibi kar)
Sizi dallarda, lânelerde arar.
(Sizi dallarda, yuvalarda arar.)
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,
(Gittiniz, gittiniz siz ey kuşlar,)
Şimdi boş kaldı serteser yuvalar;
(Şimdi boş kaldı baştan başa yuvalar
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân! –
(Yuvalarda -feryat etmeyen yetîm-)
Son kalan mâi tüyleri kovalar
(Son kalan mavi tüyleri kovalar)
Karlar
(Karlar)
Ki havada uçar uçar ağlar.
(Ki havada uçar uçar ağlar.)
Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir
(Ey kış göğü, elinde yığın yığındır)
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter…
(Yasemin yaprağı, güvercin kanadı, ıslak bulut…)
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir-
(Dök ey gökyüzü -doğanın canlılığı uykudadır-)
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!
(Siyah toprağın üstüne katışıksız çiçekler!)
Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! –
(Her ağaçlık yer şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! -)
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid…
(Bir gölge yığını ve siyah renkli ve ümitsiz)
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek.
(Ey kış göğünün eli, durma, durma, çek.)
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd!
(Her ağaçlığın üstüne bir beyaz örtü!)
Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar
(Göklerden emeller gibi dökülüyor kar)
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar
(Her mutlu hayalim gibi koşarak düşüyor kar)
Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar
(Sessiz bir rüzgar tüylü bir kanatta uyuklar)
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar,
(Yolunda durur bir aralık sonra uçarlar,)
Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân,
(Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçışarak)
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân
(Bazen uçmada tüyler gibi, bazen dökülmede)
Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
(Karlar, sessizliğin dualarının bütün nağmeleri)
Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun.
(Karlar, ruhların bahçelerinin çiçekleri)
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök.
(Dök siyah toprak üstüne, ey göğün eli dök.)
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:
(Ey göğün eli, izzetin eli, kışın eli, dök
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
(Bahar çiçekleri yerine beyaz kar)
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi.
(Kuşların nağmeleri yerine ümidin suskunluğunu.)
Cenab Şahabettin
Cenap Şahabettin’in Elhan-ı şita Şiirinin Biçim Açıklaması
A. Cenap Şahabettin’in Elhan-ı şita Şiirinin kafiye ve redifleri
… uç-uş a
…k-uş
a
-uş: tam uyak
…k-ar b
…ar-ar b
-ar:
tam uya
…sürûd-ı şeydâ–sı c -(s)ı:redif -dâ: zengin
uyak
…neşîdel–er- i d -i:
redif
–er: tam uyak
…ferdâ–sı c
…y–er– i d
….keleb-ek
….mel-ek -ek: tam
uyak
….üstün-de
….yelp-âze
….mür-de
….perv-âze –de: tam
uyak, –âze: zengin uyak
Ayrıca
“Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir / Berg-i semen,
cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter.”
Bu dizelerde “t”, “d” , “r ünsüzleri çokça
kullanılmış, aliterasyon yapılmıştır.
Bu dizelerde karın yağmaya başlayacağı anlamı vardır.
“t”, “d” , “r” ünsülerinin tekrarıyla havanın soğumasını yansıtmak
istemiştir şair.
Cenap Şahabettin’in Elhan-ı şita Şiirinin Nazım Birimi: Bent
Cenap Şahabettin’in Elhan-ı şita Şiirinin Nazım Şekli: Serbest müstezat
Cenap Şahabettin’in Elhan-ı şita Şiirinin Kafiye Düzeni: Üç ana kısma ve beş ayrı bölüme ayırabileceğimiz Elhân-ı Şitâ’da şiire hâkim kafiyeler, bir düzene göre devam eder; kimi yerde çaprazlama kafiye kullanılır
Ölçüsü. Elhân-ı Şitâ’da aruzun üç değişik veznini
kullanır:
a)
Feilâtün mefâilün
feilün (failâtün) (fa’lün)
b)
Mef’ûlü
fâilâtü
mefâîlü
fâilün
c)
Mef’ûlü
mefâîlü
mefâîlü
feûlün
Cenap Şahabettin’in Elhan-ı şita Şiirinin Teması: KAR VE HÜZÜN
Cenap Şahabettin’in Elhan-ı şita Şiirinin Anlam Açıklması
Mehmet Şamil – Elhân-ı Şitâ Üzerine Bir Tahlil
Şiirde başlık, şiirin bütününe şâmildir. Daha lise yıllarımızda bizi etkileyen
bir ahenk şiiri olan Elhân-ı Şitâ buna en güzel örneklerden biri. Hemen her kış
pencereden seyrine daldığımız karlı bir manzara ile bu şiiri hatırlarım. Şiirde
heceleri müziksiz düşünmeyen Cenab Şehabettin, muhtevâsı sade bir kış
manzarasının tasviri gibi görünen Elhân-ı Şitâ’da statik anlatımı değil
hareketli ve sesli bir üslubu sergiliyor. Sadece beyazlık ya da soğukluk
imajlarında kalmayan şair, kar yağışında bulduğu müzikal sesleri derinlemesine
işliyor. Bundan dolayı şiiri, ‘kış musikisi’ diyebileceğimiz bir başlıkla
anıyor ve onu şiirin içinde uygulamaya çalışıyor. Kaybolan mutluluk arayışının
hâkim olduğu şiirde bu arayış neticesinin kar yağışı olduğunda karar kılıp dua
ve sabırla şiiri bitirmesiyle okurun zihninde bir resim motifi oluşturmaktadır
ki kar tanelerinin sürekli bahar unsurlarıyla karşılaştırılması buna bağlıdır.
İmgeler, baharın hüznü ile kar yağışını resmetmek arasında farklı seslerle
şiiri bütünleştirmeye çalışmaktadır. Bu, hem dış şekilde hem de iç şekilde
görülür.
Servet-i Fünun sanatçıları her veznin bir
ruha tekabül ettiğini ileri sürmüşlerdi. Cenab Şehabettin de
şiirde vezni üç kere değiştirmiştir. Üç ana kısma ve beş ayrı bölüme
ayırabileceğimiz Elhân-ı Şitâ’da şiire hâkim kafiyeler, bir düzene göre devam
eder; kimi yerde çaprazlama kafiye kullanılır. Ana kurguya sürekli bağlı kalan
şair, imgeler arası geçişleriyle şiirin canlı kalmasını sağlar. Ünlü ve
ünsüzlerin sıralanışı ile oluşturulan ses, şiirin sonlarına doğru sertleşmeye
başlar ve aliterasyonlarla zenginleşir. Bazı kelimeler hatta bazı mısralar
tekrar kullanılır. Bütün bunlar şiiri monotonluktan kurtarma adına yapılan
çalışmalardır ki genel olarak bu, Cenab Şehabettin’in şiirlerinde görülmektedir.
Şiirde anlam arayışı ve tahlilde şair
gibi düşünemiyorsak bile şiirsel derinliği anlamak için hele hele sembolist bir
şairi anlamak için kelimelerin çağrıştırdıklarından hareket etmek en doğru
yollardan biri olsa gerek. Bu nedenle ilk mısradaki ‘beyaz titreyiş’ ve
‘dumanlı uçuş’ tamlamaları üzerinde durmak istiyorum: Bu mısra ‘eşini kaybeden
bir kuş’un özelliğini ifade etmesi bakımından önemlidir. Görüleceği üzere tüm
kış şiirlerinde olduğu gibi beyazlık bu şiirde de aşırıya kaçmadan yer
edinmiştir. Ancak ‘beyaz titreyiş’ ile başlayan ‘dumanlı uçuş’, nerede
duracağını bilmeyen bir arayışın ve yön korkusuna yenikliğin ifadesidir ki
duman gri de olsa, beyaz titreyişle paralellik arzeder. Bu titreyişin
beyazlığı, sembol olarak ölüme kapı aralasa da salt anlamda titreme nedeninin
soğuk ve kar olduğuna da götürmektedir bizi. Tüm bunlar, aslında ‘eşini
kaybeden bir kuş’un özelliğidir ve yağan kar bir kuş gibidir. Böylelikle,
şiirin yalnızlık mefhumu ile başladığını görürüz. ‘Bir beyaz lerze’ ifadesini
sadece kar için düşünmek de olağandır ki ‘bir’ kelimesi ve ardısıra gelen
‘eşini gâib eyleyen’ ifadesi tüm kar yağışlarının tek bir kar tanesi ile
başlangıcına işarettir. Dumanlı uçuşun arayış amacı ise ilkbahardaki huzur ve
canlılıktır. Kışa tezat olacak olan yazdan önce gelen ilkbahara yapılan arayış
göndermesini başlıkla birlikte düşündüğümüzde bahara özgü olan kuşların
şakıması yerine kar yağışı musikisinin yer edindiğini görürüz. Bu, ilkbahardaki
kuş cıvıltıları yerine karların düşüş sesidir. Şüphesiz kışın yerini alacak
olan ve kuşların geri dönüp şakımalarına sebep olacak olan ilk mevsim
ilkbahardır. Karların uçuşunun tasvirinden sonra, şairin mevsimlerin birbiri
ardına gelecek olduğunu, bundan kaçınılamayacağını dile getirişi devreye girer:
‘Ey kalplerin çılgın şarkıları, ey güvercinlerin güfteleri, işte baharın yarını
budur ki, karlar toprağı derin bir sessizlikle kapladı. Artık bahardan kalma ve
ona ait ne varsa sessizce ve sürekli ağlamaktalar.’ Burada ‘kebûterlerin
neşîdeleri’nden kasıt elbette güvercinlerin sesidir; ancak bu sadece bir
ses değil aynı zamanda bir manzume, bir şiir hatta bir güftedir. Sonraki
bölümde yine bahara ait bir unsur olarak kelebekle karşılaşır okuyucu.
Kelebeğin ömrünün kısalığı ile baharın geçici oluşu arasındaki ilişki ‘o baharın
bu işte ferdâsı:’ mısraını derinleştirmemize yardımcı olur.
Karın düşüşü, ikinci bölümde kelebeğin uçuşuna benzer. Bu
benzetmenin şekilsel olarak yapıldığını düşünebiliriz. Kelebek kısa bir ömre
sahiptir ve uçarken birden düşüp ölür. Bu kısa hayat hikâyesi aynı zamanda
karda vardır. Yere düşen her kar tanesinin eriyişi bir ölümdür. İlk bölümde
olduğu üzere, bu şiirde 2. mısralar 1. mısralardan daha genel ve 1. mısraı
kapsayan bir anlamla örülmüştür ki ‘bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek’ yani ‘bir
melek kanadının püskülü / saçağı’ ifadesi hem kelebeği anlatmaktadır hem de
kelebeğe benzetilen karları ifade etmektedir. Nihai olarak, bütün bu kelebek,
melek ve kar öznelerinin gelen kışla yeşilliğini kaybetmiş bu solgun bahçelerde
baharı ve baharla birlikte kuşların şakımalarını aradığını dile getirmekte ve
bütün şiiri kapsayacak kadar, kar motifinin hepsinin yerini tutabilecek ölçüde
büyük bir işlev içinde oluşuna anlam yüklemektedir şair ve kelebekten hareketle
devam eder. Bu, şiirde semboller üzerinde derinleşmenin neticesidir ki; kelebek
bu defa ‘ufacık bir çiçekli yelpâze’ olarak çiçekler üstünde açan bir çiçeğe
benzer. Buradaki ‘açmak’ fiili hem kelebeğin kanatlarının açılışıdır hem de
kelebeğin kozasından çıkıp baharda çiçek gibi açması / uçmasıdır. İşte bütün
bunlar olurken önceki bölümde ifade edilen ‘düşüp ölen bu kelebeğin’ bedeni
üzerinde parça parça karların düşüşü başlamıştır. Kış kapıya dayanmış,
kelebeğin uçuşu yerine kar taneleri geçmiştir. Bu düşüşü ‘pervâze’ ile dile
getiren şair, karların bu düşüşle ağladığını, kelebeğin ölümü üzerine düşmenin
bir gözyaşı ıslaklığı gibi olduğuna değinir. Kar yine hüznü temsilen ordadır ve
ağlamakta / yağmaktadır.
Üçüncü bölümde, kelebek sembolünün derinliğinden sonra ilk
bölümdeki ana temaya geçen şair, kelebek gibi ölmeyip göç eden / giden kuşlara
yeni bölümde gönderme yapar. ‘Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar / küçüçük,
ser-sefîd baykuşlar’. Yine ilk mısra 2. mısraın açıklayıcısı konumumdadır ve 2.
mısradaki öğe ‘beyaz başlı baykuşlar’ kara benzetilir. Kar, kuşları, beyaz
başlı baykuşlar gibi yuvalarında, dallarında ve hemen her yerde aramaya
koyulmuştur. Devam eden mısralardaki dil, hem karların dilinden hem de şairin
dilinden söylenen hüzünlü bir şarkı gibidir: ‘Gittiniz, gittiniz ey kuşlar,
şimdi yuvalar baştan başa boş kaldı. Karlar, sessiz / figansız yetim olan
yuvalarda son kalan ıslak tüyleri kovalıyor ve havada ağlar gibi uçuşuyorlar.’
Kuşların gidişine üzülen kar taneleri hem uçuyor hem ağlıyor hem de onlardan
geriye kalan yuvalardaki ıslak tüyleri bir hatıra olarak bulmak istiyor. Bu
bölümdeki ‘mâi’ kelimesi her ne kadar mavi anlamına gelse bile kar, ıslaklık,
ağlama gibi genel kurguya uygun olan ‘suya ait, sulu, ıslak’ anlamıyla
okunmalıdır.
Üç bölümden oluşan birinci kısımla birlikte şiirin birinci
şekilsel yapısı sona erer. Bu kısımda, karların yavaş yavaş, ağır ağır ve parça
parça yağışını resmedilir ve bahar hatıraları ile kar tanelerinin hareketliliği
benzeşme unsurlarıyla kendilerine yer edinir. Mısraların kısalığı araya giren
‘gibi kar’ ve ‘karlar’ kelimeleri ile şiir monoton bir dilden kurtarılır.
Şiirdeki ses ahengi bakımından şairin, cömert vezin diye tanıdığı aruzun
Servet-i Fünun çağındaki özgür imkânlarından bu amaçla faydalandığı görülür.
Arada bir duraklar gibi olan kar yağışının tekrar harekete geçişine benzeyen
küçük mısralardan sonra uzayan mısraların şiirde yer edinişi bu sebebe
bağlıdır. Her bölüm sonunda hüzün ve melankoli ‘ağlar!’ ifadesiyle
tekrarlanmaktadır. Buraya kadar şiir ‘geniş müstezad’la söylenmiştir ve
sonrasında konu haricinde ses ahengi, vezin ve söyleniş biçimi değişir. Kurguya
dayalı kar benzetmeleri azalır. Artık yoğun bir kar yağışına teslim olmuştur
şiir. İşte bu, Elhân-ı Şitâ’dır.
İkinci ana kısım iki bölümden oluşur ve bu kısımda hâkim
olan kuvvetli bir kar yağışıdır. Acıya teslim olan ve sonunda acıyı seven, onu
kabul eden bir insan gibi kar yağışıyla kaybolan bahar hatıralarına çok fazla
değinilmediğini görürüz. Bütün arzu kardır. Yine de içten içe kar, bahar
çiçeklerine benzetilerek ve gökyüzünün ayrıcalığında baharın hatırası canlı
tutulur
İkinci ana kısım kafiyeleniş açısından iki ayrı ahenge sahiptir. Bu, ilk ana kısımdaki musikinin bu bölümdeki farklı işlenişidir: ‘Ey kış günlerinin gökyüzü, yasemin yaprağı, güvercin kanadı, ıslaklık bulutu senin elinde yığın yığın / küme kümedir. Ey gökyüzü, tabiatın ruhu / canı uyuya kalmış haldedir, bu kara toprağın üstüne tertemiz çiçekler dök.’ anlamındaki kıta ile başlayan bir benzetme devreye girer. Bu, eldir. Kar tanelerinin sanki bir el tarafından serpildiği izlenimine götürür bizi. Bu el öyle bir eldir ki, çiçekleri, kuşları ve bütün bulutları kendinde barındırır. ‘Berk-i semen’le temsil edilen bütün çiçekler; ‘cenâh-ı kebûter’le temsil edilen bütün kuşlar ve onların şakımaları; ‘sehâb-ı ter’le temsil edilen ise hayata canlılık veren ve merkezi ıslaklık olan çiğ, kırağı, yağmur, nem, tazelik vb. unsurlardır. Şair, bütün bunların kar yağışıyla baharda çiçekler ve kuşlarla geri döneceğine inanır. Bahardan sonra kışın geleceğini birinci ana kısımda ifade eden şair, böylelikle kıştan sonra da baharın geleceğini belirtmiş olur. Çünkü hazan mevsiminden sonra tabiat kış uykusuna yatmış bir haldedir. Baharın canlılık belirtileri yerini kışın donukluğuna bırakmış ve bu hâl üzere gökyüzü yapması gerekeni yapmalı ve baharı karşılamak için kapkara toprağın üstüne o temiz ve bembeyaz kar tanelerini çiçekler gibi dökmelidir. Şair bilmektedir ki, dökülen her bir kar tanesi baharda bir çiçek olarak karşımıza çıkacaktır. Öyleyse hitap edilecek olan, istekte bulunulacak olan gökyüzüdür. Bütün bereket oradadır. Her ne kadar kar sahibi gökyüzü gibi görünse de tekrarlanan ‘dest’ kelimeleriyle birlikte akla ‘Allah’ın kudret eli’ gelmekte ve anlam yerleşmektedir.
İkinci ana kısım kafiyeleniş açısından iki ayrı ahenge sahiptir. Bu, ilk ana kısımdaki musikinin bu bölümdeki farklı işlenişidir: ‘Ey kış günlerinin gökyüzü, yasemin yaprağı, güvercin kanadı, ıslaklık bulutu senin elinde yığın yığın / küme kümedir. Ey gökyüzü, tabiatın ruhu / canı uyuya kalmış haldedir, bu kara toprağın üstüne tertemiz çiçekler dök.’ anlamındaki kıta ile başlayan bir benzetme devreye girer. Bu, eldir. Kar tanelerinin sanki bir el tarafından serpildiği izlenimine götürür bizi. Bu el öyle bir eldir ki, çiçekleri, kuşları ve bütün bulutları kendinde barındırır. ‘Berk-i semen’le temsil edilen bütün çiçekler; ‘cenâh-ı kebûter’le temsil edilen bütün kuşlar ve onların şakımaları; ‘sehâb-ı ter’le temsil edilen ise hayata canlılık veren ve merkezi ıslaklık olan çiğ, kırağı, yağmur, nem, tazelik vb. unsurlardır. Şair, bütün bunların kar yağışıyla baharda çiçekler ve kuşlarla geri döneceğine inanır. Bahardan sonra kışın geleceğini birinci ana kısımda ifade eden şair, böylelikle kıştan sonra da baharın geleceğini belirtmiş olur. Çünkü hazan mevsiminden sonra tabiat kış uykusuna yatmış bir haldedir. Baharın canlılık belirtileri yerini kışın donukluğuna bırakmış ve bu hâl üzere gökyüzü yapması gerekeni yapmalı ve baharı karşılamak için kapkara toprağın üstüne o temiz ve bembeyaz kar tanelerini çiçekler gibi dökmelidir. Şair bilmektedir ki, dökülen her bir kar tanesi baharda bir çiçek olarak karşımıza çıkacaktır. Öyleyse hitap edilecek olan, istekte bulunulacak olan gökyüzüdür. Bütün bereket oradadır. Her ne kadar kar sahibi gökyüzü gibi görünse de tekrarlanan ‘dest’ kelimeleriyle birlikte akla ‘Allah’ın kudret eli’ gelmekte ve anlam yerleşmektedir.
Dördüncü bölümün devam eden ikinci kıtasında şair: ‘Her
ağaçlıkta / korulukta şimdi ne bir yaprak var ne bir çiçek. Her yer bir
ümitsizlik, siyahlık ve gölgelik yığınıdır. Ey kış semasının eli, durma, her
ağaçlığın üstüne beyaz bir örtü çek.’ diyerek hitabına devam eder. Bu hitabın
içinde ise yine bir tasvir vardır. Bütün ağaçların sonbahardan çıkmış bir
durumda yapraksız, kuru dallarla ve çiçeksiz olarak çıplak bir insan gibi
olduğunu düşünür. Bu nedenle birinci bölümde olduğu gibi gökyüzünden böyle
yavaş yavaş yağmamasını, aralıksız yağmasını ve bu çıplaklığı örtmesini ister.
Çünkü bu hâl bir ümitsizlik hâlidir. Sadece siyah tonların egemen olduğu bir
yerde ümitsizliğin ve gölgelik yerlerin var olduğuna değinir. Burada aynı
zamanda kar yağmazsa bahar çiçeklerinin açılamayacağına ve şiirin sonunda var
olan sabırdan ürpertiye bağlı bir korku vardır.
Kendi aralarında kafiyelenmiş altı beyitten oluşan ve anlam
açısından üç kıta gibi de gözükebilen üçüncü kısımda şairin bahar korkusu kar
yağışıyla bölünür ve hitap bölümünden sonra yine kış manzarasını ve karların
yağışını tasvire koyulur: ‘Gökten arzularımız gibi dökülüyor kar, her sevdâya
hayalim gibi koşuyor kar, sessiz bir rüzgârın saf kanadında uyuyor gibi bir
vakit durup tekrar uçmaya devam ediyor karlar.’ Burada şiirin genelindeki kar
yağışı tasvirlerinin en büyüğünü görmekteyiz. Çünkü, ‘uçmak’ kelimesiyle
kuşlar; ’emel’, ‘sûd’, ‘hayal’ ve ‘uyumak’ kelimeleriyle insan; ‘sessiz
rüzgarın saf kanadı’yla da tabiat benzetmeleriyle kar yağışı tasvir
edilmektedir. Bu bölümde ‘tarzında durur bir aralık’ ifadesi şiirin genelinde
olmayan bir yapıda önceki mısraın devamı niteliğinde okunması gereken bir
mısradır ki ‘uyuklar’ ifadesini bir bakıma yalanlayan bir bakıma ise doğrulayan
söyleme sahiptir. Hatta anlamı derinleştirdiğimizde burada uyuklamaktan başka
bir eylemin de var olduğunu görürüz. ‘Durmak’ eylemi ile şair, kar tanelerinin
tıpkı bir insan gibi yolculukta ara verip dinlendiğini ve sonra yoluna devam
ettiğini ve aynı zamanda bütün hareketliliğin zamanla birlikte durduğunu ifade
etmektedir. Kar yağışının tasviri ‘soldan sağa, sağdan sola
titreyerek ve kaçarak, bazen tüyler gibi uçuyor, bazen dökülüyorlar.’
ifadesiyle devam eder. Yine ‘titreme’, ‘kaçma’ ve ‘tüy’ kelimeleri ile insan ve
kuş unsurları devreye girer ki şiirdeki ses unsurlarının en temel öğeleri
bunlardır. Bu mısralarla birlikte kar yağışının tasviri sonlanmış olur.
Nitekim, şiiri bitirmeye doğru hazırlanış ve tipi başlar. Tam bu noktada şairin
‘Karlar, bütün sessizlik ilahilerinin sesleri ve bütün melekler âleminin
bahçelerinin çiçekleridir.’ gibi karları tanımlayan ifadesiyle karşılaşıyoruz.
Şüphesiz bu tanım, içerdiği kelimeler açısından farklı bir tanımdır ve
sembolist bir şairin benzetmeleriyle kurulmuştur. ‘Melek’ unsurunun burada yer
alışı ‘her bir kar ve yağmur tanesini gökten bir meleğin indirdiği’ne olan
inanıştır. Melekler, bahçelerinin çiçeklerini baharda açmaları için toprağa
indirmektedirler. Şair, ikinci bölümde de kar ve kelebek motiflerini melek
kanadına benzetmiş ve bu inanışı desteklemiştir. ‘Sessizlik ilahilerinin
sesleri / ezgileri’ anlamındaki ‘elhânı mezâmir-i sükûtun’ ifadesi ile şair
şiirin başlığını destekler, anlamı ortaya koyar ve şiirdeki tüm sesleri bir
çatı altında toplar. Bahardan yansıyan tüm seslerle kışın sessizlik sesi
başlığı kesinleştirir burada: Elhân-ı Şitâ.
Bu hazırlanıştan sonra nihai olarak ‘ey gökyüzünün eli,
cömertlik eli, kışın eli, bahar çiçekleri yerine beyaz kar; kuş seslerinin
yerine kara toprağın üstüne ümit suskunluğu dök.’ diyerek yine kısa bir hitapla
şiiri ve üçüncü kısmı bitirir şair. Bu, Allah’a karşı yapılan bir duadır. Bu
duanın içinde ümit vardır. Çünkü kar yağmazsa / kış olmazsa bahar, bahar
olmayacaktır. Bu duada, ‘dök’ emrinin üç kere ve mısra içinde farklı farklı
düzende söylenişi tekrarlarla yapılan bir ahenk ve aynı zamanda duanın kabulü
için olması yanında okuyucunun da bu beyitlerle kar yağışına dua etmesi ve
sabretmesi içindir. ‘Samt-ı ümîd’ yani ‘sabır’ ile biter şiir. Bu, bir an önce
kar yağışının başlamasına ve bitmesine, dökülen her kar tanesi ile bahar
çiçeklerinin ve kuş cıvıltılarının gelecek olduğunun Allah’tan beklendiğine ve
okur için de tüm bunların müjdelendiğine işarettir. Dolayısı ile şiirin
bitimiyle kış bahara; şiire hâkim olan hüzün ve melankoli de yerini mutluluğa
bırakmaktadır diyebiliriz.
Sembolist bir şair olan Cenab Şehabettin Elhân-ı
Şitâ şiiri boyunca sıfatlar, benzetmeler ve mecazlarla karları ve kış
unsurlarını şekilden şekle sokarak ortaya koymaya çalıştığı manzarayı resmedip
gözümüzde canlandırmış ve imgelerin içinde hassas bireysel izlenimini
gizlemiştir. Bu izlenim, bize baharın huzuru, canlılığı ve hareketliliğinin
tezadında kış mevsiminin hüznünü ve monotonluğunu belirtmekle kalmıyor,
bütün Servet-i Fünun edebiyatında hâkim bir duygu olan
melankolinin ve hüznün kış ile ortaya çıkışını temsil etmektedir. Mısraları
tesadüfle kurulmayıp muhtevâ ile birleştirilen ve kelimeleri özenle
seçilen Elhân-ı Şitâ şiiri 1897 yılından bugüne
okunmaya devam ediyorsa, bundaki başarıyı muhtevâda değil elbette şairin şiir
işçiliğinde aramamız gerekiyor.
Mevsimlerin hazzını hissederek yaşamak insanlara özgüdür.
Kış perdesi altında saklı duran baharı ilk karşılayacak olan da insandır. Kar
yağdıkça içimizdeki bahar arzusu büyüyecek ve yerini buluncaya dek bu ‘kış
musikisi’ devam edecektir. Belki de yoğun çiçek yağışıdır her ‘kar-a-kış’
bahçemizde ağlayan. Öyleyse: Baharı karşılamak için zamanıdır kar çiçeklerine
bahar taneleri gibi yağmanın.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ
Cenab Şehabettin’in Hayatı Edebi Kişiliği
1870’te Manastır’da doğdu. Edebiyata yakın ilgi duyan bir
ailenin çocuğuydu. Sırasıyla Tophane’deki Fevziye Mektebi’ni, Gülhane Askeri Rüşdiyesi’ni,
Tıbbiye İdadisi’ni bitirdi. Sonra Askeri Tıbbiye’den mezun hekim yüzbaşı oldu.
1890-94’te Paris’te 4 yıl cilt hastalıkları ihtisası yaptı. Paris sonrası, bir
süre Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde çalıştı. Mersin ve Rodos’ta doktorluk,
Hicaz’da sıhhiye müfettişliği yaptı. 1914’te emekliye ayrılarak Darülfünun’da
müderrisliğe başladı; Batı Edebiyatı ve Fransız dili okuttu.
Edebiyat-ı Cedide’nin ileri gelen şairlerindendi. İlk
şiirleri Saadet gazetesinde yayımlandı. Yenilikçi bir şairdi. Servet-i Fünun’da
Tevfik Fikret’ten sonra en etkili şairdi. Çok süslü ve ağdalı bir dille, sonnet
biçiminde yazdığı aşk ve doğa şiirleriyle sembolizmin öncüsü sayıldı. Fransız
şiirinden etkilendi. 1908’den sonra düzyazıya ağırlık verdi. Tanin, Hürriyet,
Kalem ve Hak gazetelerinde çıkan makalelerinde Genç Kalemler’in ‘sade dil’
anlayışına karşı Osmanlıcayı savundu. Heceleri müzik düzeyinde uyumlu
kullanmayı benimsedi. Karşıtlarını eleştirirken alaycı bir üslup kullandı. Bazı
kereler ‘Râik Vecdî’ ve ‘Dahhâk-i Mazlûm’ takma adlarını kullandı. Şiirlerini
‘Evrâk-ı Leyâl’ adı altında toplamayı düşünmüşse de bunu başaramadı.
13 Şubat 1934’te İstanbul’da beyin kanamasından öldü.
‘Elhân-ı Şitâ’ şiiri gibi bir günde 14 Şubat 1934’te sade bir törenle Bakırköy
Mezarlığı’nda, kızı Destine Hanım’ın yanına defnedildi.
Cenap Şahabettin’in Eserleri
Şiirleri: Tâmât (1887); seçme ve bütün şiirleri ise
ölümünden sonra kitaplaştırıldı. Cenab Şehabettin’in gezi, tiyatro ve diğer
eserleri: Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları, Afak-ı Irak,
Evrak-ı Eyyam, Tiryaki Sözleri, Nesr-i Harb ve Nesr-i Sulh, Yalan, Körebe,
Küçük Beyler, Merdut Aile, Derse Devam Edelim, Tuyugât-ı Kadı Burhaneddin ve
Shakespeare’dir
Elinize sağlık
YanıtlaSil