Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Tahlili
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi… sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nâlân;
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i’lân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde semâ kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Biçim Açıklaması
Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Nazım birimi: Bent
Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Ölçüsü: Aruz ölçüsü
Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Kafiye Düzeni: abcab, dbed, eee,ee( Belirli bir kafiye yapısı yok)
Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Nazım Şekli: Serbest müstezat
Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Teması: Başka ve hayalde yaşatılan bir âleme gitme arzusu
Şiir sembnolizm akımının etkisiyle yazılmıştır.
Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Bağlı Olduğu gelenek:
Bu metinde oIduğu gibi Fecr-i Âti sanatçıIarı şiirde daha
çok, aşk ve doğa temaIarını işIemişIerdir. Aruz öIçüsünü ve serbest müstezat biçimini
yaygın oIarak kuIIanmışIardır. Bu şiirin konusuna baktığımızda şairin “Sanat,
sanat içindir.” anIayışını benimsediğini görmekteyiz. Bütün bu niteIikIer göz
önünde buIunduruIduğunda bu metnin Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı Dönemine ait
oIduğu anIaşıImaktadır. Şairin etkiIendiği akım, şiirin diIi, konusu ve
biçimseI özeIIikIerine bakınca da bu metnin, Fecr-i Âti edebiyatı ürünü oIduğu
anIaşıImaktadır. Bu metnin ait oIduğu dönemi beIirIemekte “dil anlayışı, sanat
anIayışı, eserin yaratıcısının belli olması” öIçütlerinden yararlanımıştır.
Bir Günün Sonunda Arzu Şiirinin Anlam Açıklaması
Akşamın yoğunluğu ve insanda çok çeşitli duygular
uyandırdığı vurgulanmak istenirmiş gibi, “akşam” kelimesi son bentte iki dize
içinde toplam altı kez tekrarlanmıştır:
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Akşamın Ahmet Haşim için özel bir anlamı vardır. O, akşamın
ve yan karanlık zamanların şairi olarak bilinir. Nitekim yakın arkadaşı
Abdullah Şinasi Hisar, Haşim’in dünyasını şöyle tasvir etmektedir:
Ahmet Haşim’in şiirinde kendine mahsus bir âlemi ve hususî
bir saati vardır. Hakikati vazıh gösteren, hayale müsait olmayan güneşin, ufka
veda ederek çekildiği ve kızıllığının aksiyle bütün tabiatin, suların,
ağaçların ve kuşların tutuşmuş gibi göründükleri ve kanıyor hissini verdikleri
bir zaman yok mudur? İşte Ahmet Haşim’in sevdiği saat bu zamandır. O
şiirlerinde hep bu gurubun döktüğü kanlan, suların alevini, dalların ve
ağaçların yanan hallerini ve kuşlann alevden halkolunmuş gibi görünmelerini
tasvir etmiş, hep “bir günün so-nunda”ki akşamın kanayarak geceye döküldüğü
zamanlann şairi olmuştur.
Kendisi de “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı ünlü
yazısında şiirde anlam ve açıklık konusunu ele alırken şiirle akşam arasındaki
ilişki konusunda şu dikkate değer düşünceleri ileri sürmüştür:
… Şiirler var ki sular gibi akşamla renklenir ve ağaçlar
gibi mehtabla gölgelenir., güneşin ziyasında ise bu aynı şiirler, teneffüs
edilmez bir buhar olur. Uzaktan gelen bir çoban kavalını veya bir bahçıvan
şarkısını dinleyerek ağlamak istediğimiz yaz gecelerindeki ruhumuz, öğlelerin
hararetinde taşıdığımız o ağır ve baygın ruhun eşi midir?
Görüldüğü gibi Haşim, güneşin tabiatı çirkinleştirdiğini
ileri sürüyor. Akşamı ise tam tersine renkli ve ruh okşayıcı bir zaman dilimi
olarak değerlendiriyor.
Bu bakış açısının “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirinde de
egemen olduğu söylenebilir. Bu şiirde de güneşin doğuşuna hayıflanan, geceden
getirdiği ve fecrin kızıUığıyla renklenen hayallerinin sona erdiğine üzülen bir
şairi hissetmemek mümkün değildir.
Akşam, güneşin batışından sonra eşyanın büründüğü kızıl
renk, Haşim’in en çok tercih ettiği renklerden biridir. Etrafın yan karanlık
olduğu, eşyanın kendi gerçek rengini yitirip kızıl ve laciverd renge büründüğü
akşam saatleri, Haşim’e hayallere dalma, yaşanılan dünyanın çirkinliklerinden
uzaklaşma imkânı vermiştir. Esasen kırmızı da, renk olarak tarihte her zaman
olumlu çağnşımlar için kullanılmıştır. Divan şiirinde de şarabın rengi, gül,
sevgilinin yanağı, dudağı, âşığın ahi, gözyaşı dolayısıyla kırmızı renge
başvurulmuştur. Yani kırmızı renge eğilim, sadece Ahmet Haşim’e özgü bir durum
değildir. Ancak Haşim, kırmızının değişik tonlannı kullanmasının yanında, bu
rengi genellikle akşama ait gözlemlerini dile getirirken tercih etmiştir.
Akşamın rengi, Haşim’e hemen daima güzellikleri, realiteden kaçışı
çağnştırmıştır. “Akşam”, Siyah Kuşlar”, “Merdiven”, “Havuz”, “Ölmek”, “Zulmet”,
“O Belde”, “Yollar”, “Geldin” gibi şiirlerinde de akşam motifini kullanan Haşim,
akşamda realiteden kaçış için gerekli ortamı bulmuştur. “Bir Günün Sonunda
Arzu”daki kuşların başka âlemlere sefer eylemesi imgesinin bir benzeri
“Yollar”da bulunmaktadır:
Yollar
Ki gider kimsesiz, tehî, ebedî, ,
Yollar hep birer hatt-ı pür-sükût oldu
Akşamın sîne-i gubârında.
Onlar
Hangi bir belde-i hayâle gider,
Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi
Yani Haşim, akşamı bir başka âlemi arayışın, realiteden
kaçışın zamanı olarak değerlendirmiştir.
“Bir Günün Sonunda Arzu”nun son bendi, ilk anda ne anlattığı
kolayca söylenemeyecek bir özelliğe sahiptir. Bunda kuşkusuz, ikinci dizenin ve
özellikle de “Göllerde bu dem bir kamış olsam” dizesinin payı büyüktür. Haşim’i
tezyif etmeyi amaçlayan yazıların büyük kısmının söz konusu dizeden hareket
ettiği söylenebilir.
Dörtlüğe egemen olan akşam imgesinin Haşim’deki genel
anlamından hareket ederek, bu şiirde de akşamın şaire başka bir dünyaya
geçebilme ortamı yarattığını iddia edebiliriz. Bu iddiayı desteklemek amacıyla
Haşim’in kullandığı bazı kelimelerin poetik çağrışımlarından da yararlanmak
mümkündür. Bütün çağrışımlar, bizi âlemlerimizden sefer eylemek arzusuna
götürecektir.
Son bendin ikinci dizesi, akşamın şairde bıraktığı izlenim
üzerine kurulmuştur:
Bir sırma kemerdir suya baksam
Burada akşam, suyun üzerindeki görüntü ve renklerle
dikkatlere sunulmuştur. Suya yansıyan görüntüler bir sırma kemere
benzetilmiştir.
Ahmet Haşim’in şiirlerinde su ile ilgili göndermeler, Şi’r-i
Kamer’deki Dicle’yi fon olarak kullanan şiirler hariç, çoğunlukla durgun suya
yöneliktir. O, daha çok gölleri veya havuzu tercih etmiştir. Göl Saat-leri’nin
ünlü Mukaddime’sinde “eşkâl-i hayat”, hayal havuzundan seyrediliyordu. Yani
Haşim, suyun eşyanın görüntülerini yansıtabilme özelliğini dikkate almıştır.
Suyun hayatın şekillerini yansıtabilmesi için, mutlaka durgun ve hareketsiz
olması lazımdır. Öte taraftan suda yansıyan görüntü gerçeğin kendisi değildir.
Görüntüler suyun yüzünde tersyüz durumdadır. Ayrıca suyun durgunluğu aynada olduğu
gibi, katılaşmış bir durgunluk da değildir. Ne kadar hareketsiz olursa olsun
suyun yüzeyi ayna kadar net görüntüler vermez. Bu durum da, Ahmet Haşim’in
yaratmak istediği şiir dünyasına uygun düşmektedir. Onun yarattığı dünyadaki
görüntüler, gerçekten de sanki bir durgun suya yansıyan şekiller gibi, tersyüz
edilmiştir ve netlikten uzaktır.
Akşamın ortaya çıkardığı renk ve görüntü zenginliği içinde
Haşim’in suyun yüzünde gördüğü “bir sırma kemer”dir. Haşim, aslında “sırma”
kelimesini bu şiir dışında hemen hiç kullanmamıştır. Akşamın kızıllığını altın
rengi ile ele aldığı şiirlerin çokluğuna karşılık, burada sırma gibi, haddeden
geçirilmiş gümüş veya altın yaldızlı tel anlamında kullanılan bir kelimenin
tercih edilmesi dikkat çekiyor. Her şeyden önce, sırma bir hat boyunca uzayıp
giden altın renkli bir çizgiyi akla getiriyor. Ancak şiirde “sırma” “kemer”in
sıfatı olarak kullanılmıştır. Yani şair, akşam suya baktığında, altın yaldızlı
bir sırma kemere benzeyen bir görüntü algılamıştır denebilir. Suya yansıyan
“sırma kemer” ise, bir gölün kıyısında bulunan dağların ya da ağaçların suda
bıraktıkları akis olarak yorumlanabilir. Bu da Haşim’in şiirde bir resim
duygusu uyandırmak istediğini düşündürüyor. Tabii “sırma kemer” tamlamasının
görüntüyü çağrıştırmaktan başka bir anlamının bulunduğu da düşünülebilir. Kemer
kelimesi, yay (kavs, keman) kavramı içinde düşünülecek bir anlama sahiptir.
Nitekim Osmanlıcada “mukavves” kelimesi “kemerli anlamında kullanılmıştır.
Kemer’in taşıdığı bu anlamı düşündüğümüzde, “sırma kemer”in.gerilmiş yayı
hatırlatacak şekilde ele alındığım söyleyebiliriz. Nitekim şiirin ilk
yayımlanışında bulunan; fakat sonradan Haşim tarafından çıkarılan “Üstümde semâ
kavs-i mutalsam” dizesinde de “kavs-i mutalsam” tamlaması, yay kavramını bir
kez daha vurgulamaktadır. Suya yansıyan “sırma kemer”, suyun görüntüyü ters
olarak yansıtması dolayısıyla, yayın gerili kirişinin ifadesi şeklinde
değerlendirilebilir. Yayın ikinci parçası ise, kıyıdan yükselmekte olan dağlar
veya bir kavis oluşturan ağaçlardır. Yay ve kamış kavranılan da başka bir
dünyaya geçme düşüncesini destekleyen bir anlam alanına sahiptir.
Kısaca Haşim, güneş battıktan sonra suya yansıyan kızıllığı
bir sırma kemere benzetmekle, gerilmiş bir yay düşüncesine de gönderme yapmış
ve böylece yayın oku havaya fırlatma özelliğinden yararlanarak başka bir âleme
geçme arzusuna uygun bir anlam genişliği sağlamıştır, denebilir.
“Bir Günün Sonunda Arzu”nun açıkça bir arzu bildiren tek
cümlesi son dizede yer almaktadır:
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Şairin “dem”den kastettiği ilk olarak akşam vaktidir. Aynı
zamanda “dertTin Arapçada kan anlamına gelmesi, Haşim’in kelimeyi sadece vakit
değil, akşamın rengini çağrıştırması dolayısıyla tercih ettiğini düşündürüyor.
Şair, akşamın yarattığı atmosfer içinde tıpkı kuşların yaptığı gibi,
âlemlerimizden sefer eylemek, suyun üstünde gördüğü ve “sırma kemer” olarak
nitelendirdiği yansımanın çağrıştırdıklarından yola çıkarak göllerde bir
“kamış” olmak istemektedir. Kuşların uçma yeteneğine sahip bulunmalarının verdiği
kıskançlıkla şair, “kamış”ta kendini bu dünyanın gerçeklerinden uzaklaştıracak,
deyim yerindeyse gökyüzüne çıkaracak bir sembol özelliği bulmuştur.
Kamış, burada rastgele seçilmiş bir kelime değildir. îlk
olarak Haşim’in bu kelimenin Divan edebiyatında kullanılan anlamlarını dikkate
aldığı söylenebilir. Aynca “kamış”, Ahmet Haşim’in bu şiirinde yeni bir anlam
daha kazanmıştır.
Divan edebiyatının mazmunlar dünyası içinde “kamış”,
tasavvufî edebiyattan alınmış ve hemen daima “ney” ile birlikte kullanılmış bir
kelimedir. Mesnevi’nin başlangıcındaki ilk on sekiz beytin “ney”e ayrılması,
tasavvuf edebiyatında “ney”e ve “kamış”a ve ne kadar önem verildiğini
göstermektedir:
Dinle bu ney nasıl şikâyet ediyor; ayrılıkları nasıl
anlatıyor.
Diyor ki: Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımla
erkek de ağlayıp inlemiştir, kadın da.
Ayrılıktan şahrem-şahrem olmuş bir gönül isterim ki iştiyak
derdini anlatayım ona.
Aslından uzak kalan kişi, gene buluşma zamanını arar .
Mesnevî’yi şerh edenler, ney mazmununu “insan-ı kâmil”
olarak açıklamışlardır. O, birlik kamışlığından geçmiş, gerçek varlıkta var
olmuştur. Ondan çıkan her ses Tanrı ihtiyarını bildirir. Fakat görünüşte
sıfatlarla, fiillerle kayıtlıdır. Bu bakımdan dünyadaki cezasımn bitip ilâhî
varlıkta bir olmayı özler . İnlemesi ve “Vücud-ı Mutlak”tan
ayn olmasından dolayıdır. Neyden çıkan sesler de Allah adım tekrarlamaktadır:
Sanmanuz siz beni kim gû gû direm
Belki yâ hû dimezem “hû hû” direm
Ney’in yapıldığı kamışın ortaya çıkışıyla ilgili olarak,
tasavvuf edebiyatında bir hikâye anlatılmaktadır. Buna göre Hz. Muhammed, Hz.
Ali’ye İlâhî sıra açmış ve kimseye söylememesini tenbih etmiş. Hz. Ali, bu sun
taşıyamamış ve kör bir kuyuya söylemiş:
Varubançâha Alîbir “hû” didi
Özge sırlardan ne ol ne bu didi
…
Cuşiş u şûriş idüp çâhun suyı
Cünbîşe girdi ‘Alî kimi kuyı
Bitdi bir ney anda ol “hû “dan
Olup ol çâhun suyı ol demde kan
Pes budur ney didugi “hû hû ” müdâm
Dimedügi hîç gû gû iy hümâm
Bir gün adamın biri (ya da bir çoban) bu kamışı kesmiş ve
üstüne delikler açarak neyi üflemeye başlamış.
Ahmet Haşim’in, göllerde akşamın kızıllığı içinde bir kamış
olmak isterken, ortak islâm kültürünün kamışa ve neye ait çağrışımlar dünyasını
dikkate almış olduğunu düşünmek hiç de yanlış değildir. Ahmet Haşim de, kamış
olmayı isterken eski edebiyattaki ney mazmununa yakın bir anlamı kastediyor.
Ney, “Mutlak Varhk”tan kopanldığı için inliyordu. İlahi sun söylüyordu.
Haşim’de tasavvufî endişenin bulunduğunu söylemek güçtür; ancak o da tıpkı ney
ya da “hû” sırrına ermiş kamış gibi kendini bu dünyaya ait hissetmemiştir.
Şiirlerinde sürekli mevcut olup olmadığı bilinmeyen “O Belde”yi aramıştır.
“Bir Günün Sonunda Arzu”da kamışın, yukarıda açıklanan ve
ortak .İslam kültürünün oluşturduğu çağrışımları ile birlikte, bu çağrışımları
daha da zenginleştirdiğini düşündüğüm bir başka anlamı daha söz konusu
edilebilir. Yukarıda “sırma kemer” imgesinden söz edilirken, bunun göl
kıyısından akşam güneş battıktan sonra suya yansıyan görüntü oluşunun dışında
gerili bir yaya benzetilebüeceği üzerinde de durulmuştu. Şiirlerinde
izlenimlerle yapılmış resim özelliğini her zaman gördüğümüz Ahmet Haşim,
“Göllerde bu dem bir kamış olsam” derken, bence kamışın görüntü olarak değerinden
de yararlanmıştır. Ortak İslâm kültüründe kamış, ses olarak İlâhî sun
açıklıyordu; Haşim’de ise kamış görüntüsünün gerili bir yayın ortasında
yükselen ve insana bu dünyadan atılma düşüncesini veren bir oku çağrıştırdığını
da düşünebiliriz. Şiirin sonradan çıkarılan “Üstümde semâ kavs-ı mutalsam”
dizesi ve “Bir suma kemerdir suya baksam” dizesinin ima ettiği gerili yay
görüntüsünü tamamlayacak olan yaya takılı bir oktur. Suyun üstünde gökyüzüne
doğru dik olarak uzayan kamışlar ise, bu ok imgesini vurgulayabilme özelliğine
sahiptir.
Kısacası bir günün sonunda kamış olma arzusu, kamış
kelimesinin yarattığı çağrışımlar ile, başka bir âleme göç teminin
vurgulanmasının bir ifadesi şeklinde değerlendirilebilir. Hâşim, ilk olarak
kamışı eski kültürümüzde mazmunlaşan anlamıyla, kelimenin etrafında oluşan
telmih öğele-riyle birlikte düşünmüş olmalıdır. Çünkü tasavvuf anlayışında da
kamış, İlâhî sırlara sahip bir bitki olarak değerlendirilmiş ve ondan yapılan
ney, Mutlak Varlık’tan ayn oluşunun yarattığı özlemi terennüm eden bir çalgı
sayılmıştır. Haşim, kamış olmayı isterken, kuşkusuz, bu dünyanın Tanrı’da bir
olmaya engel olduğunu düşünen tasavvuf ehliyle aynı anlayışa sahip değildir.
Fakat tasavvuf anlayışının kamışa yüklediği “Mutlak Varlık”a özlem düşüncesini
Haşim, yaşanılan dünyadan hoşnutsuzluk ve başka bir âleme özlem düşüncesine
yakın bulmuş olmalıdır. Ayrıca kamışta kendini bu dünyanın çirkinliklerinden
uzaklaştıracak, “O Belde”ye fırlatacak bir araç olma özelliği bulduğu da
düşünülebilir. Şiirin son bendinde yaratılan tabloya bakıldığında, akşamın
kızıllığında gölün üzerine yansıyan görüntülerin gerili bir yaya ve gölün
üstünde gökyüzüne doğru uzanan kamışların da oka benzetildiği söylenebilir.
Sonuç olarak “Bir Günün Sonunda Arzu”, hiçbir şey anlatmayan
bir şiir değildir. Haşim, bu şiirinde de en çok ele aldığı bir temi, başka ve
hayalde yaşatılan bir âleme gitme arzusunu, kendisine o dünyaya geçme ortamı
yarattığına inandığı zaman ve mekan öğelerini de dikkate alarak, “kamış”
sembolü aracılığıyla dile getirmiştir. Şiir, Haşim’e özel şiir dilinin
yarattığı imgelerin zenginliği ve çok boyutluluğuyla, okuyucunun estetik
yaşantı beklentilerine fazlasıyla cevap vermektedir.
(Bu açıklama Dr. Mustafa APAYDIN yazısından alınmıştır)
C. Ahmet Haşim Hakkında Bilgi
1884’te Bağdat’ta doğdu, 1933’te İstanbul’da yaşamını
yitirdi. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’in oğlu. Çocukluğu Bağdat’ta geçti.
12 yaşında annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul’a geldi.
Mektebe-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) yatılı okudu. Tevfik Fikret ve Ahmed
Hikmet Müftüoğlu’nun öğrencisiydi. 1907’de mezun oldu. Bir süre Reji
İdaresi’nde çalıştı. Bir yandan da Hukuk Mektebi’ne devam etmeye başladı. İzmir
Sultanisi Fransızca öğretmenliğine atandı. Hukuk eğitimini bırakıp İzmir’e
gitti. 1912-1914 arasında Maliye Nezareti’nde çevirmenlik yaptı. 1. Dünya
Savaşı yıllarını Çanakkale ve İzmir’de yedeksubay olarak geçirdi. Mütareke’den
sonra İstanbul’a döndü. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde estetik ve mitoloji
öğretmenliği yaptı. Harp Akademisi ve Mülkiye Mektebi’nde Fransızca dersleri
verdi. Düyun-u Umumiye İdaresi’nde, Osmanlı Bankası’nda çalıştı. Akşam ve İkdam
gazetelerinde köşe yazıları yazdı.
1928’de böbrek rahatsızlığının tedavisi için yurtdışına
gitti ama iyileşemeden döndü. Şiire lise öğrenciliği yıllarında başladı. İlk
şiirlerinde Abdülhak Hamit, Cenap Şahabettin, özellikle de Tevfik Fikret
etkileri görülür.
Bilinen ilk şiiri “Hayal-i Aşkım”da bu yönelmelere rağmen
yeni bir sanat yönelimi olduğu dikkat çeker. Gençlik şiirleri Mecmua-i Edebiye,
Musavver Terakki, Aşiyan, Jale, Musavver Muhit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap
dergilerinde yayınlandı. Bu şiirleri kitaplarına almadı. 2. Meşrutiyet’in
yazınsal karmaşa ortamında onun şiiri ayrı bir ses olarak kendisini gösterdi.
1921’de basılan ilk şiir kitabı “Göl Saatleri”nin başındaki
küçük manzumeler, bu dönemin asıl eserleridir. İzlenimci ressam etüdlerini
andıran bu şiirlerle Ahmed Haşim, doğanın özünü sızdırmak ister gibidir.
Şiiri, bir yandan Verlaine müziğine yaklaşırken, bir yandan
Şeyh Gâlib’in parıltısını taşır. “Göl Saatleri”, “Göl Kuşları”, “Serbest
Müstezatlar” ve “Muhtelif Şiirler” olmak üzere dört bölümden oluşan bu kitap
Türk şiirinin Yahya Kemal Beyatlı’dan sonraki ikinci kanadını kurar.
Beyatlı’nın geniş kesimleri kucaklayan toplumcu ve ulusçu şiirine karşılık
Haşim daha dar ama daha derin bir kanalda akmayı tercih eder.
İkinci ve son şiir kitabı “Piyale”nin girişinde “Şiir
Hakkında Bazı Mülahazalar” bölümünde şiirle ilgili görüşlerini açıklar: Şair ne
bir gerçek habercisi, ne güzel konuşmayı sanat haline getirmiş bir kişi, ne de
bir yasak koyucudur. Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil,
hissedilmek için yaratılmış, müzik ile söz arasında, ama sözden çok müziğe
yakın ortalama bir dildir. Düzyazıda anlatımı yaratan öğeler şiir için
sözkonusu olamaz. Düzyazı us ve mantık doğrur, şiir ise algı bölümleri dışında
isimsiz bir kaynaktır. Gizliğe, bilinmezliğe gömülmüştür. Şairin dili,
duyumların yarı aydınlık sınırlarında yakalanabilir. Anlam bulmak için şiiri
deşmek, eti için bülbülü öldürmek gibidir. Şiirde önemli olan sözcüğün anlamı
değil, şiir içindeki söyleniş değeridir. Şiiri ortak bir dil olarak düşünenler
boş bir hayal kuruyor demektir.
“Piyale” kitabındaki “Merdiven” ve “Bir Günün Sonunda Arzu”
şiirleri, bu görüşleri yansıtan ve Türk edebiyatında görülmemiş bir şiirselliği
ortaya koyan ürünlerdir. Bu kitapla birlikte Haşim’e saldırılar arttı. Ölçü ve
Türkçe bilmemekle, toplum sorunlarına ilgisizlikle suçlandı. Yine de
şiirleriyle 20’nci yüzyılın ilk çeyreğini etkilemeyi başardı.
Ahmet Hâşim’in Edebi Kişiliği
Fecr-i Âti topluluğunun en güçlü şairidir.
.Şiirlerinde musiki de vardır.
.Empresyonizm ve sembolizmin etkisiyle şiirler yazar.
.Ona göre şiir, anlamın ve ahengin uyumundan doğar.
.Ahenk kavramına büyük önem verir.
.Sanatçıya göre gerçek şiir, nesre çevrilmesi mümkün olmayan
bir şiirdir.
.Aruz ölçüsüyle yazan şair, Arapça ve Farsça sözcüklere de
bolca yer verir.
.Haşim, anlamca kapalı olan şiirleri sever.
.Serbest müstezata ilgi duyar. Haşim’e göre şiirlerde
“açıklık” ve “fikir” gereksizdir. Şiir, anlamını okuyucudan almalıdır. Okuyucu
kendi gücü oranında yorum yapmalıdır.
.”Piyâle” Haşim’in olgunluk dönemi şiirlerini kapsamaktadır.
.Bu dönemde hayat ve kadın karşısında kendisini yalnızlık
içinde bulan sanatçının ruh yansımaları vardır.
.Ahmet Haşim, hece ölçüsünü musiki açısından yeterli görmez,
serbest müstezatı Servet-i Fünûnculardan daha rahat kullanır.
.Şiirlerinde tasvire yer veren sanatçı sıfatları da çok
kullanır.
.Sembolizmin ahenk ve anlam kapalılığı ilkesinden;
empresyonizmin izlenimlerinden yararlanır.
.Sanatçı, toplumsal sorunlara ilgisizdir. Şiirlerinin
konusunu hüzün, yalnızlık, ölüm, aşk gibi bireysel konular oluşturur.
.Haşim’e göre şiir, musiki ile söz arasında; fakat sözden
çok musikiye yakın bir dildir. Şiirlerin, açık ve anlaşılır olmasına karşıdır.
Haşim; sarı, kırmızı, siyah renkleri kullanır.
.Şiirlerinde duygusallığa anlam kargaşalığına önem veren
sanatçı nesirlerinde açık, yalın, anlaşılır bir üslupla karşımıza çıkar.
Sanatçının fıkraları, edebi tenkitleri, gezi yazıları vardır. Ayrıca
nesirlerinde sosyal konulara da ağırlık verir.
Ahmet Hâşim’in Eserleri
Şiir:
Göl Saatleri (1921)
Piyale (1926)
Fıkra ve Sohbet:
Bize Göre (1926)
Gurabahane-i Laklakan (1928)
Gezi:
Frankfurt Seyahatnamesi (1933)
Yorumlar
Yorum Gönder