Ahmet Haşim’in Merdiven Adlı Şiirinin Tahlili
MERDİVEN ŞİİRİ
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Ahmet Haşim’in Merdiven Adlı Şiirinin Anlam Açıklaması
Tanzimat sonrasında Tük şiirinin önde gelen şairlerinden
biri olan Ahmet Hâşim’in hayatı, şahsiyeti ve sanat anlayışına kısacık da olsa
değinmeden “Merdiven” şiirini tahlil etmenin uygun bir davranış olmayacağı
kanaatindeyiz.
Şiirin anlaşılması geniş ölçüde şâirin hayatıyla bağlantılı
olduğu için konuya Haşim’in hayatı ve şiir dünyasıyla başlamak istiyorum. Ahmet
Hâşim 1884 yılında Bağdat’ta dünyaya gelir2. Mutasarrıf Arif Bey’in oğlu olan
Hâşim’in anne tarafından da ilmiyye sınıfıyla yakınlığı olduğunu görüyoruz3.
Babasının mesleği gereği kısa süeli varyantlarla değişik bölgelerde bulunan
şairin, eğitimi ve yetiştirilmesi konularında meydana gelen aksamalar zamanla
ciddi sıkıntılar oluşturmuştur. On iki yaşlarında İstanbul’a gelen Hâşim,
eğitimindeki kopuklukların neticesi olarak Tükçe’yi güçlükle konuşabilmektedir.
Bu durum, kendine uygun ortam ve çevre
edinme konusunda şâir için olumsuz bir yaklaşımdır. Bunun bilincinde olan
Hâşim, bu yıllarda edindiği çevre ve arkadaş gruplarıyla Galatasaray Lisesi
öğrencilik yıllarını iyi değerlendirir. Özellikle taşradan gelmiş olmanın
verdiği sıkıntılı atmosferden uzaklaşarak şiire başlayışı ve sanatçı dostlar
edinişi, lisedeki öğrencilik yıllarına tekâbül eder.
Hâşim liseyi bitirdikten sonra bir yandan hukuk tahsiline,
diğer yandan da reji idaresi memurluğuna başlar. İzmir Sultânisi Fransızca
Öğretmenliği teklifini kabul ederek hayatına yeni bir yön veren şâir, Duyûn-ı
Umumiye memurluğu, Harp Akademisi ve Mülkiye Mektebi’nde öğretmenlik
görevlerinde de bulunur.
Sanatının en verimli çağında yakalandığı amansız bir
hastalık, 4 Haziran 1933′te O’nu bizlerden ayırmıştı. Hâşim’in ölümü üzerine
O’nu yakından tanıyanlardan Abdülhâk Şinasi HİSAR, sevmeye ve sevilmeye
doyamamış olan şairin, ölümden korktuğunu ifade ederek şunları söylemektedir:
“Ahmet Hâşim, şiiri her şeyin fevkinde düşünüdü. Şiir, onca
hayatın ve dünyanın icmalini yapan bir tat, bir iksirdi. Şiiri ondan çok seven
bir adam görmedim.”4
Hâşim’in yaşam felsefesini şiirlerinden yola çıkarak
algılamak mümkündü. O, son derece gururlu, zor beğenen, eleştiriye kapalı,
acınmaktan nefret eden bir mizaca sahipti. Bu özellikleri ve içe kapanıklığı
onu çevresine ve hayata kuşku ile bakan bir şahsiyet haline getirmişti.5
Sanatçının sanat hayatında ve şahsi yaşamında bu septik yaklaşımı ve bedbin
yaşam felsefesini görüyoruz. Bu bakımdan Hâşim’in şiirleriyle iç dünyası ve
ruhsal yapısı arasında ciddi paralellikler olduğunu söyleyebiliriz.
Zaman ve hadiselerin haşin, hırçın ve uyumsuz bir insan
yaptığı Hâşim, bu durum karşısında kendisine yaşamak için “hayâlî” bir alem
kurar. Hayal kavramı aynı zamanda sanatçının söyleminin ve ferdi psikolojisinin
de anahtarını oluşturmaktadır.6
Şairlerin sanat eserlerinde ekseriyetle ferdi hislerinin
terennümü içinde olduklarını görüyoruz. Bu terennümde, şiiri oluşturan şekil ve
ahenk unsurlarından geniş ölçüde yaralanmış olmaları sanat eserinin değerini
arttırmaktadır. Sanatçı kullandığı kelimeleri özenle seçer ve bunlarla şiirini
bir kanaviçe gibi işler. Sanat eserinin sırlarını ancak kendisine hususi
sualler soranlara açacağını ifade eden M. Kaplan, tahlil çalışmalarının
ehemmiyetini dile getirmektedir.7
İşte, biz de Hâşim’in “Merdiven” şiirinin kendine has
dünyasına bu zaviyeden bakmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Şair öncelikle
diğer şiirlerinde olduğu gibi Merdiven şiirinde de akşamı ve güneşin batışını
konu olarak seçmektedir. Şiirin genelinde tasvir edilen tabloda kızıl renk ve
onun diğer tonlarının ağır bastığını görüyoruz.
Hâşim, sanatçı yönü itibarı ile hep sarı, kırmızı ve kara
renklerini kullanan bir kişiliğe sahipti. Kırmızıyı kızıl, kan, gül ve alev
gibi kelimelerle ifade etmektedir. Şair eserlerinde akşamın alev ve kan
kızıllığı ile kendi evrenini süslemektedir.8
Dış dünyaya ait olan sular, ağaçlar, kuşlar kısaca bütün
tabiat akşam vakti bambaşka bir görünümdedir. Şiirde bu anın şairin hayalinde
uyandırdığı izlenimlerle yeniden biçimlendiği görülmektedir.
Hayattan umduğunu bulamayan insan arkasında bir yığın üzücü
hatıra bırakarak ömrünün sonuna doğru yaklaşır. Akşamın ve güneşin batışının
verdiği hüzün onu çaresizlik içinde yaşlı gözlerle semaya bakıtır. Aynı düşünce
yoğunluğunun Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” şiirinde;
“Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli”
dizelerinde de tema ve söyleyiş yönüyle pek farklı
olmadığını söylemek mümkündü. Batan güneşin kızıllığında sular sararmış, yüzler
solmuştur. Güneşin ışıkları gibi yaşama gücü ve güzel umutlar, yavaş yavaş yok
olmaktadır.
Şiirin ilk bölümünde insan hayatı olan ömü bir merdivenle
biçimlendirilmektedir. Ağır ağır çıkılan merdivenler, insan olarak hayatımızın
geride kalan yıllarının ifadesidir. İnsanın çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık
devreleri göz önüne alındığında şiirin son devreyi yansıttığını görüyoruz.
Çünkü geride bırakılan her dakika, insanı ölüm gerçeği ile
yüz yüze getirmektedir. Şair bu keyfiyeti bizlere sanatçı kimliğini
konuşturarak tabiattan aldığı ağaç, ağlamak ve sararmış yaprak gibi kavramlarla
çağrışım yaptırmaktadır. İnsanın, hayatının son dönemlerindeki fiziki
görünümündeki değişimler şairin ifadesinde, yüzlerin perde perde solması
şeklinde belirtilmektedir.
Bu umutsuzluğun, sıkıntının ve bıkkınlığın duyurulmaya
çalışıldığı şiirde zaman güneşin gurûba meylettiği akşam vaktidir. Umutsuzluk,
bıkkınlık ve hüzün “bir lisân-ı hafî” gibi insan ruhunu doldurmakta ve onu
karamsarlığa süüklemektedir. Şaire göre bunu anlamak ve anlatmaksa oldukça güç
bir durumdur.
Hâşim, şiirlerinin çoğunda olduğu gibi burada da akşamın ve
batan güneşin etkisindedir. O’nun, realitenin silindiği bu anlara sığınması,
gerçek hayatta bulamadığı yakınlığı, hayal dünyasında oluşturduğu itibari
âlemden beklediği içindir. Nazan Güntük’ün bu sığınmanın gerçekte avuntudan öte
bir şey olmadığını ifade eder.9
Hâşim’in sevmediği kendi varlığının dışına çıkma isteği
“Merdiven” şiirinde de âşikârdır:
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden”
Bu çıkış, bu yükseliş onu bulunduğu yerden kurtaracaktır.
Yine “Yollar” ve “O Belde” şiirlerinde de bu duyguyu hissetmekteyiz. Hâşim,
sonuçta kendi yarattığı aleme erişememiştir. Bu istek “Yollar” şiirinde de,
gecenin inen zalim karanlıklarıyla yarıda kalır. Biz bu ulaşamayışın üzüntüsünü
işte “Merdiven” şiirinin üçüncü mısraında görmekteyiz:
“Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak”
Hâşim’in ölünceye kadar madde ile ruh arasında kararsız
gezintiler yapan büyük bir çocuk olarak kaldığı görüşünün10 eserlerinden
hareketle yola çıkıldığında isabetli bir karar olduğu kanaatindeyiz.
Şiirin ikinci kısmında mermer bir havuz, akşam güneşinin de
tesiri ile tunç rengini almıştır. Bu havuzun içindeki sular ve bütün tabiat
yanar haldedir. Tabiat da umutsuz, bıkkın insan gibi batan güneşle beraber
gecenin, karanlığın hüznünü yaşamaya hazırlanmaktadır.
Şair burada müzikle resmi birleştirmektedir. Şiirdeki ahenk
kulağımıza hoş gelirken, kelimelerle de gözümüzün önünde bir tablo çizilmiştir.
Hâşim, şiirde mûsikî ve resme önem veren bir sanatçıdır. Şiirde mânâdan ziyade
kelimelerin söyleyiş özelliğine yönelir. Çünkü O, sözün mananın zarfı olduğu ve
şiirin sözden ziyade mûsikîye yakın olduğu görüşündedir.11 “Merdiven” şiirinde
duyguların açıkça belirtilmediğini, bir takım sembollerle Hâşim’in gizli bir
duyguyu ifadeye çalıştığını gözlemliyoruz. Bu yaklaşım, O’nun sembolik sanatın
tülü yorumlara yol açan niteliğine bağlı kaldığı görüşünü de doğrular
mahiyettedir.12
“Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…”
Akşamın böylesi ancak bazı ruhlara dolan gizli bir söyleniş
ve gizli bir anlaşmadır. Zira Hâşim’e göre mânâ, âhengin telkinâtından başka
bir şey olarak da görülmemektedir.13
Dönemine göre sade bir dil ve akıcı bir üslûpla yazılan
şiirde, anlam yoğunluk kazanmıştır. Şair akıcılığı bozmadan edebi sanatlardan
da istifade etmiştir.
“Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?”
dizelerinde akşam güneşinin ışıklarının suya yansımasıyla
suyun yanıyor gibi görünmesi, beyaz mermerin aynı sebeple koyu kızıl bir renk
alması, güneşin durumu itibariyle doğal bir olaydır. Ancak şair bilinen tüden
bu olayları bilmezlikten gelerek “tecâhül-i ârif” sanatı yapmıştır. Yine;
“Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller”
dizesinde anlamı güçlendirmek için gülün akşam güneşiyle
aldığı renk kan rengine benzetilmiştir. Ayrıca, gülün daldaki duruşu ve
renginin de kanayan yaraya benzetilmesi şiirdeki âhengin sağlanmasında
gösterilen hünerin şiir diline yansımasıdır.
Ahmet Haşim’in Merdiven Adlı Şiirinin Biçim Açıklaması
Cemil Meriç, şiirle mûsikînin bir elmanın iki yarısı olduğu
görüşünden hareketle mûsikînin saf, şiirin karışık, mânânın âhenkle izdivacı
olduğunu ifade eder.14 Realist bir gözle bakıldığında “Merdiven” şiirinde de
şiirle mûsikînin iç içe olduğu görülür.
Ahmet Haşim’in Merdiven Adlı Şiirinin Ölçüsü
Şiirde aruz ölçüsü
kullanılmıştır. Aruzun (Me fâ i lün / fe
i lâ tün / me fâ i lün / fa’lün) kalıbıyla yazılmıştır.
Şiirde baştan sona “r” sesinin hakimiyeti ve tekrarı
mûsikînin oluşmasında etkili olmuştur: Ağır ağır, bir, merdivenlerden,
eteklerinde, rengi, yaprak, ağlayarak, perde perde, ruha, seyret, arza, kanar,
güller, mermer, …vs.
Ahmet Haşim’in Merdiven Adlı Şiirinin Kafiye ve Redifleri
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak -rak
zengin kafiye
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak… --rak
zengin kafiye
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta -ol
tam kafiye, -makta redif
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… - ol
tam kafiye, -makta redif
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller -er tam kafiye
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller -er tam kafiye
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? -er tam kafiye
Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta -ol tam kafiye,
-makta redif
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… -ol tam kafiye,
-makta redif
Kafiye Düzeni: abbcc dddcc
Nazım Birimi: Şiir
iki birimden oluşmakta her iki birim de beş mısra şeklinde
kümelenmiş.
Şiirde kafiyeler sağlam ve eksiksizdir. Rediflerse canlı ve
eylemlerin devamlılığını hissettirmektedir: Olmakta, dolmakta, solmakta,…vs.
örnekler bizi doğrular yapıdadır. “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden”
dizesi basit bir emir cümlesi gibi görünse de hakikatte âhenk ve çağrışım
yüklüdür. Buradan hareketle şairin şiir dilini yakaladığı kanaatindeyiz. Şiiri
okudukça, bize “yeter artık” dedirtmeyen duyguyu şiirin kendi lisanında
buluyoruz.
Şiire genel çerçevesi içerisinde bakıldığında ilk dikkati
çeken hususlardan birisi canlı bir tabiat tasviridir. Hâşim’in kelimelerle
çizdiği bu hârikulâde manzara O’nun bir ressam kadar ince ruhlu oluşunu
gösterir. A. Hamdi Tanpınar, Hâşim’in bu yönüyle ilgili kanaatini, “…belki
acemi ve biraz kekeleyen bir lisanla da olsa hilkat onu bir nev’i ressam
yaratmıştı,” şeklinde ifade etmektedir.15
Şairin bulunduğu ortam, dış mekan, batan güneşle birlikte
karanlık bir geceye hazırlanıyor. Bu hazırlanmada karamsarlık, tedirginlik,
üzüntü ve korkunun, hayatının son demlerine gelmiş, hazanlarını yaşayan
insanların hâlet-i ruhiyelerindeki manevi baskısını ve vicdani sorumluluğunu
hissetmekteyiz. “Merdiven” de, ancak muhteva ve şairinin duygu dünyası ile izah
edilebilir. Hâşim, seçtiği kelimeler ve bu kelimelerin yan yana gelişinden
doğan âhenkle, kullandığı renklerle ve çizdiği tablolarla kendi dünyasında
oluşturduğu îtibâri âlemin kapılarını bizler için aralamaktadır. Bize de
samimiyetle o kapıdan içeri adım atarak Hâşim’in iç dünyasına kısa süeli de
olsa konuk olmak düşüyor.
Ahmet Haşim’in Hayatı ve Edebi Kişiliği
Ahmet Haşim’in Hayatı
1884’te Bağdat’ta doğdu, 1933’te İstanbul’da yaşamını
yitirdi. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’in oğlu. Çocukluğu Bağdat’ta geçti.
12 yaşında annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul’a geldi.
Mektebe-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) yatılı okudu. Tevfik Fikret ve Ahmed
Hikmet Müftüoğlu’nun öğrencisiydi. 1907’de mezun oldu. Bir süre Reji
İdaresi’nde çalıştı. Bir yandan da Hukuk Mektebi’ne devam etmeye başladı. İzmir
Sultanisi Fransızca öğretmenliğine atandı. Hukuk eğitimini bırakıp İzmir’e
gitti. 1912-1914 arasında Maliye Nezareti’nde çevirmenlik yaptı. 1. Dünya
Savaşı yıllarını Çanakkale ve İzmir’de yedeksubay olarak geçirdi. Mütareke’den
sonra İstanbul’a döndü. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde estetik ve mitoloji
öğretmenliği yaptı. Harp Akademisi ve Mülkiye Mektebi’nde Fransızca dersleri
verdi. Düyun-u Umumiye İdaresi’nde, Osmanlı Bankası’nda çalıştı. Akşam ve İkdam
gazetelerinde köşe yazıları yazdı.
1928’de böbrek rahatsızlığının tedavisi için yurtdışına
gitti ama iyileşemeden döndü. Şiire lise öğrenciliği yıllarında başladı. İlk
şiirlerinde Abdülhak Hamit, Cenap Şahabettin, özellikle de Tevfik Fikret
etkileri görülür.
Bilinen ilk şiiri “Hayal-i Aşkım”da bu yönelmelere rağmen
yeni bir sanat yönelimi olduğu dikkat çeker. Gençlik şiirleri Mecmua-i Edebiye,
Musavver Terakki, Aşiyan, Jale, Musavver Muhit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap
dergilerinde yayınlandı. Bu şiirleri kitaplarına almadı. 2. Meşrutiyet’in
yazınsal karmaşa ortamında onun şiiri ayrı bir ses olarak kendisini gösterdi.
1921’de basılan ilk şiir kitabı “Göl Saatleri”nin başındaki
küçük manzumeler, bu dönemin asıl eserleridir. İzlenimci ressam etüdlerini
andıran bu şiirlerle Ahmed Haşim, doğanın özünü sızdırmak ister gibidir.
Şiiri, bir yandan Verlaine müziğine yaklaşırken, bir yandan
Şeyh Gâlib’in parıltısını taşır. “Göl Saatleri”, “Göl Kuşları”, “Serbest
Müstezatlar” ve “Muhtelif Şiirler” olmak üzere dört bölümden oluşan bu kitap
Türk şiirinin Yahya Kemal Beyatlı’dan sonraki ikinci kanadını kurar.
Beyatlı’nın geniş kesimleri kucaklayan toplumcu ve ulusçu şiirine karşılık
Haşim daha dar ama daha derin bir kanalda akmayı tercih eder.
İkinci ve son şiir kitabı “Piyale”nin girişinde “Şiir
Hakkında Bazı Mülahazalar” bölümünde şiirle ilgili görüşlerini açıklar: Şair ne
bir gerçek habercisi, ne güzel konuşmayı sanat haline getirmiş bir kişi, ne de
bir yasak koyucudur. Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil,
hissedilmek için yaratılmış, müzik ile söz arasında, ama sözden çok müziğe
yakın ortalama bir dildir. Düzyazıda anlatımı yaratan öğeler şiir için
sözkonusu olamaz. Düzyazı us ve mantık doğrur, şiir ise algı bölümleri dışında
isimsiz bir kaynaktır. Gizliğe, bilinmezliğe gömülmüştür. Şairin dili,
duyumların yarı aydınlık sınırlarında yakalanabilir. Anlam bulmak için şiiri deşmek,
eti için bülbülü öldürmek gibidir. Şiirde önemli olan sözcüğün anlamı değil,
şiir içindeki söyleniş değeridir. Şiiri ortak bir dil olarak düşünenler boş bir
hayal kuruyor demektir.
“Piyale” kitabındaki “Merdiven” ve “Bir Günün Sonunda Arzu”
şiirleri, bu görüşleri yansıtan ve Türk edebiyatında görülmemiş bir şiirselliği
ortaya koyan ürünlerdir. Bu kitapla birlikte Haşim’e saldırılar arttı. Ölçü ve
Türkçe bilmemekle, toplum sorunlarına ilgisizlikle suçlandı. Yine de
şiirleriyle 20’nci yüzyılın ilk çeyreğini etkilemeyi başardı.
Ahmet Haşim’in Edebi Kişiliği
* Fecr-i Âti topluluğunun en güçlü şairidir.
* Şiirlerinde musiki de vardır.
* Empresyonizm ve sembolizmin etkisiyle şiirler yazar.
* Ona göre şiir, anlamın ve ahengin uyumundan doğar.
* Ahenk kavramına büyük önem verir.
* Sanatçıya göre gerçek şiir, nesre çevrilmesi mümkün
olmayan bir şiirdir.
* Aruz ölçüsüyle yazan şair, Arapça ve Farsça sözcüklere de
bolca yer verir.
* Haşim, anlamca kapalı olan şiirleri sever.
* Serbest müstezata ilgi duyar. Haşim’e göre şiirlerde
“açıklık” ve “fikir” gereksizdir. Şiir, anlamını okuyucudan almalıdır. Okuyucu
kendi gücü oranında yorum yapmalıdır.
* “Piyâle” Haşim’in olgunluk dönemi şiirlerini
kapsamaktadır.
* Bu dönemde hayat ve kadın karşısında kendisini yalnızlık
içinde bulan sanatçının ruh yansımaları vardır.
* Ahmet Haşim, hece ölçüsünü musiki açısından yeterli
görmez, serbest müstezatı Servet-i Fünûnculardan daha rahat kullanır.
* Şiirlerinde tasvire yer veren sanatçı sıfatları da çok
kullanır.
* Sembolizmin ahenk ve anlam kapalılığı ilkesinden;
empresyonizmin izlenimlerinden yararlanır.
* Sanatçı, toplumsal sorunlara ilgisizdir. Şiirlerinin
konusunu hüzün, yalnızlık, ölüm, aşk gibi bireysel konular oluşturur.
* Haşim’e göre şiir, musiki ile söz arasında; fakat sözden
çok musikiye yakın bir dildir. Şiirlerin, açık ve anlaşılır olmasına karşıdır.
Haşim; sarı, kırmızı, siyah renkleri kullanır.
* Şiirlerinde duygusallığa anlam kargaşalığına önem veren
sanatçı nesirlerinde açık, yalın, anlaşılır bir üslupla karşımıza çıkar.
Sanatçının fıkraları, edebi tenkitleri, gezi yazıları vardır. Ayrıca
nesirlerinde sosyal konulara da ağırlık verir.
ESERLERİ
Şiir:
Göl Saatleri (1921)
Piyale (1926)
Fıkra ve Sohbet:
Bize Göre (1926)
Gurabahane-i Laklakan (1928)
Gezi:
Frankfurt Seyahatnamesi (1933)
Yorumlar
Yorum Gönder